Yönetmen V. Ercan Durmuş Röportajı
Röportaj: Maide Kasapoğlu
Nisan 2017
Öncelikle Ercan Vahap Durmuş’a röportaj teklifimizi kabul ettiği için teşekkür ederiz.
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
İsmim Ercan Durmuş 1969 Erzincan doğumluyum. Aslen Dersimliyiz 1989’da sinemaya adım attım. Sinemaya adım attığım ilk yıllar, ışık asistanı olarak başladım. Daha sonraki yıllarda 1996-1997 ışığı bırakıp görüntü yönetmenliği yapmaya başladım. Görüntü yönetmenliği yapmaya başladığımda bir sürü yönetmeni sırtımda taşıdığımı düşünüp, yönetmen olmaya karar verdim. Bu süreçte ilk filmim olan Kolay Para’yı 2000 yılların başında çektim. İkinci filmim Gece 11.45, üçüncü filmimi daha henüz çekemedim. Arada yedi sekiz tane belgesel çektim yönetmen olarak. Reklam filmleri, klipler böylece sinema hayatıma başlamış oldum.
Görüntü yönetmeni ve yönetmen koltuğuna oturuş serüveniniz nasıl başladı?
Önce görüntü yönetmenliğini şöyle anlatayım. İlk önce ışıkçı olduğum için görüntü yönetmenliği yapmak benim için daha kolaydı ama yönetmenlik yapmak buna nazaran daha zordu. İkisi arasında fark var mı? Çok büyük fark var. Biz teknik ekip olarak çalıştığımız için teknikten rejiye geçmek çok zor. Öncelikle yardımcı yönetmen olarak çalışman gerekiyor veya ikinci yönetmen olarak çalışman gerekiyor. Ama biz tekniğimize güvenerek yönetmen olarak çalışmaya başladık. Bu sürede teknikten geçtiğimiz için yönetmen olarak kolay kolay iş vermiyorlar. Hem görüntü yönetmenliği hem yönetmenlik yapıyorum ama asıl görüntü yönetmeniyim desek daha doğru olur. Yönetmenliği daha yeni yeni çabalayarak başlıyoruz.
İşinizin evrelerinden bahseder misiniz?
Öncelikle ışıktan başladığım için Atıf Yılmaz, Zeki Demirkubuz ve Mustafa Altıoklar gibi büyük ustalarla çalıştım. Bu yönetmenlerden gördüğüm teknikler bize daha çok insanlara ne verebiliriz, gösterebiliriz, sunabiliriz üzerineydi. Bu evreleri kısım kısım düşündüğümüzde, görüntü yönetmenliği de yaptığım için yönetmenlik yapmanın hakikatten zor olduğunu düşünüyorum. Kolay bir evresi yok. Örneğin; sinema ve televizyondan gelen bir öğrencinin, sete gelip yönetmen koltuğuna oturması çok zordur. Bunun yardımcı yönetmenliği, reji asistanlığı, time koltuğu yapması gerekiyor, sinema ve TV mezunu olduğu zaman direk ben yönetmenim diyemez. Sette bir o usta çırak ilişkisini görmek zorunda. Kısım kısım saydığımızda ışıktan yönetmenliğe geçen insan var. Direk görüntü yönetmenliğinden geçen insan var. Örneğin Orhan Oğuz yönetmenlik yapıyor. Volkan Kocatürk yönetmenlik yapıyor. Bülent Terzioğlu bunların hepsi görüntü yönetmenliği ve yönetmenlik yapıyor. Bu isimler size belki yabancı gelebilir ama bunların hepsi sektörde bilinen isimlerdir. Sette en alttan başlaması bence çok daha doğru bir yere götürür. Öğrencilerin okulda öğrendiği çok bir şey yok. Bir insanın yönetmen olabilmesi için bir setin en sıfırından başlayıp son noktasına gelmesi gerekir. Son nokta yönetmenlik mi dersiniz hayır son noktasında yönetmenlikte değil yönetmen oyuncu da var, görüntü yönetmeni-yönetmen de var. Bu insana göre değişiyor. Türkiye’deki bu sistem maalesef çok kolay bir sistem değil.
Sizce bu sektöründe başarılı oldum demek için ne gerekiyor?
Sinemada başarıyı elde etmek ödül almak değildir, yani başarılı olabilmek halkın takdiri olabilir. Belki sinema TV öğrencilerin takdiri olabilir. Yani bir yönetmenin ben film yaptım başarılı oldum demesi çok zor. Buna iyi film yapmak halka mal edilebilir. Diyeceksiniz ki halka mal edilmiş Recep İvedik var. Yedi milyon yaptım iyi bir yönetmen olabilir bu da olabilir. Bu kişiden kişiye değişebiliyor. Şu anda Nuri Bilge Ceylan da kendini başarılı sayabilir. Şahan da kendini başaralı sayabilir. Birinin gişe hasılatı kırk elli bin, birinin hasılatı sekiz milyon. Bu çok değişken bir kavram. Bu çok acık bir soru yani cevabı da çok açık olabilir.
Size göre kişinin ustalaştığı alanda eski yapımları bilmesinin nasıl getirileri olabilir?
Eskiyi bilmek her zaman çok önemlidir, kadir kıymet bilinmelidir. Şöyle ki, eski Yeşilçam filmleri bozuk renklerinden, kaymış seslerinden ve vurulma sahnelerinden dolayı çok komik olarak görülüyor. Şu anda 2017 yılındayız, teknolojik olarak eski filmlere nazaran daha fazla imkanımız var. Geçmiş dönemlere baktığımızda imkan ve olanaklar bu kadar çok değildi ama geçmişte, zorluklarla bir şeyler çıkaran sanatçının bugün ki sinemacılarla arasında çok büyük farkı var çünkü geçmişte insanlar hakikaten yoklukla film çekiyorlardı. Eskiden negatif film, pozitif film vardı, şimdi cep telefonuyla bile film çekiliyor. Belki kadir kıymet bilerek ve teknolojideki gelişmeleri takip ederek, bu zamana kadarki süreçten ders alarak kendilerini geliştirebilirler.
Çekim esnasında sizi en çok geren olaylar nelerdir?
Çekimlerde ağırlıklı olarak mekanlarda sorunlar çıkar, şöyle ki şu anda Türkiye’de film çekmeyle ilgili çok sıkıntılar yaşıyorlar. Çünkü bir önce ki dönemde adamsal sorunlar vardı. Oyuncuların kapris sorunları vardı. Teknik ekiplerin sorunları vardı. Ağırlıklı olarak Türkiye deki en büyük sorun mekan sorunu. Mekanını kimse vermek istemiyor. Çok para istiyorlar. Stüdyolarda sıkıntı oluyor. Son yedi yıldır setlerde çok büyük sorun yaşandığını düşünmüyorum.
Çekimlerin çok zor ve yoğun olduğunu biliyoruz. Peki, bu yoğunlukta yaratıcı sürecinizi nasıl besliyorsunuz?
Ben ağırlıklı teknikten geldiğim için film izleyerek besleniyorum. Eski Türk filmlerini izliyorum. Kuşak olarak da Yeşilçam filmlerine denk geliyoruz. Geçmişte usta yönetmenlerin işlerini seyrederek besleniyorum. Ne bileyim son zamanlarda belgesel çekimleri yapıyorum. Bunun için tarihi araştırmalar yapıyorum. Osmanlı arşivine gidiyorum, tarihi müzeye gidiyorum. İşte bir yerin araştırmasını yapıyorum. Bizden bir önceki ustalar ne yapmışsa onları izleyerek, kendimizi besleyerek geliştiriyoruz.
Bir yönetmen olarak, başkalarının yapımlarını izlerken halkın göremediği nelere dikkat ediyorsunuz?
Teknikten geldiğim için, perspektif açı benim için çok önemli. Ben çok filmlerin duygusuna değil de ağırlıklı olarak tekniğine bakıyorum. Örnek Zeki Demirkubuz’un filmleri hep tek plandır. Sinan Çetin filmlerinde açı, hep karşı açıdır. Atıf Yılmaz sahnesine başlamadan önce dekopaj yapar. Yani dekopaj filmin sahne arasındaki planlaması.
Kendi sektörünüzü, yurt dışı ve Türkiye’de değerlendirecek olursanız olumlu veya olumsuz ne tür yorumlar yaparsınız?
Bundan yedi yıl önce baktığımızda Türk sinemasında yurt dışındaki filmlerle bizim filmler arasında çok büyük filmler vardı. Onların teknikleri bizden çok daha öndeydi. Bizim teknik biraz daha gerideydi. Son yedi yıldır teknik malzeme bizde de var. Işıklar var büyük jeneratörler var. Oyuncular var, yönetmenler var. Yurt dışındaki filmleri stüdyoda çekiliyor. Bizim filmler daha doğal mekanlarda çekiliyor. Onlarda daha yapay, bizim filmlerimiz biraz daha doğal.
Yönetmen olmak isteyen biri için bu işin eğitimini alması gerekir mi yoksa direk sete girerek en aşağıdan başlayıp yönetmen koltuğuna oturacak bilgiyi kişi kendi elde edebilir mi?
Tabi eğitim şart. Bu eğitimi aldıktan sonra setlerde bir staj aşamasına geçip o setler de bir önceki ustalar neler yapmış, set ortamı nasıl çalışma koşulları nasıl bunları görmesi gerekiyor. Yoksa sinema ve TV mezunu bir öğrenci sette geldiğinde zaten bir yıl ne yaptığını hissetmiyor, bunu hatırlayamıyor ama şu anda dizi ve film sektörünü okuldan mezun olanlar değil alaylılar götürüyor.