Güncel sanat koleksiyoneri Ari Meşulam röportajı
Röportaj: Maide Kasapoğlu
Mayıs 2017
Güncel sanat koleksiyoneri Ari Meşulam ile birlikteyiz. Röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.
İlk olarak bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Adana doğumluyum. 8 yaşında Brüksel’e taşındık. Belçika’da büyüdüm. Üniversiteyi Amerika’da okudum. Yüksek lisansı Fransa’da yaptım. Avrupa’da çalıştıktan sonra 1988’de Türkiye’ye geri geldim. Hemen hemen 20 senedir İstanbul’da yaşıyorum. Sanatla ilk tanışmam aslında üniversitede oldu. Sanat tarihi hakkında birkaç derse katılmıştım ve böylece kendimi geliştirdim
Koleksiyonerlik serüveniniz nasıl başladı? Sizi sanat eseri almaya iten şey neydi?
Bir arkadaşım beni 1999’da Art Basel’e davet etti, orada buluştuk. İlk defa böyle bir dünyanın olduğunu, sanat fuarının olduğunu, fiyatların bu kadar yüksek olduğunu ve bir piyasanın olduğunu gördüm. İlk başta çoğu kişi gibi; bunu bende yaparım, bu sanat mı? Çok kolay gibi tavırlarımda olmadı değil. Fakat düşündüm ki burada bir dünya varsa bunu anlamam gerekiyor, bu kadar kolay olmamalı. Bu vesileyle kendimi eğittim. Daha fazla sanat fuarları gezdim, kitaplar okudum, sergilere gittim. Basel’de de ilk eserimi almış bulundum. Heyecanla Türkiye’ye getirmiştim. Asıl dönüş noktam, TATE İngiltere’de bir sergi gezerken, bir eser ilgimi çok çekmişti, çok etkilendim. O eser Duchamp’ın büyük bir cam eseri, bilmiyordum. Çağdaş sanatın en önemli taş yapıtlarından bir tanesi. Bunun üzerine sanatçı hakkında kitaplar okudum, öğrendim ki Duchamp sonunda çağdaş sanatın kaidesi orada başlıyor. Bir şeyin sanat olması için güzel olmasına gerek kalmadığı bir esere imza atarak ve yahut bir objeyi sanata dönüştürüyor. Bu vesileyle ufkum ciddi bir şekilde açıldı.
Bir eseri alırken o eserde neye dikkat edersiniz? Eserle bir bağ mı kurarsınız yoksa sanatçının kim olduğuna mı bakarsınız?
Aslında genel anlamada daha pahalı eserlerde sanatçının kim olduğu önemli; daha yaşlı, daha bilinir bir sanatçıysa tabi ki sanatçının imzası, geçmişi burada önem taşıyor fakat genç bir sanatçıdan eser alırken herkesi tanımak mümkün olmuyor. O yüzden ilk bağı eser ile yapıyorsunuz. Benim çok şansım oldu, genç sanatçıları tanıdım ve halende tanışmaya devam ediyorum. O yüzden de esere bir surat koyma imkânım oluyor. Bazen kötü oluyor çünkü sanatçılarla anlaşamadığınız oluyor. Değişik şahıslar olabiliyorlar. Bu da sizi negatif bir şekilde etkiliyor. Çünkü eseri görünce sanatçıyı değil eseri görüyorsunuz.
Ben aslında nasıl hissettiğime bakıyorum, fiyatına bakıyorum dolayısıyla ama genel anlamda eserle bağ kurmaya çalışıyorum.
Bir koleksiyoner olarak sizi en çok zorlayan şey sanat eserini bulup almak mı yoksa onu saklamak mı?
Saklamaktan ziyade zaman geçtikçe onlarla yaşayabilmek çünkü çok fazla olunca yeriniz bitiyor. Saklamaktan öte onları asmak. Ben sanat eserleriyle yaşamak istiyorum. Her zaman mümkün olmuyor. Özellikle boyutlar büyüyünce duvarlar sınırlı, müzem yok o yüzden üzülüyorum, bazı şeyleri daha fazla görmek istiyorum bu yüzden senede bir yeniliyorum, a bu da varmış diye yeniden keşfediyorum. Güzel oluyor aslında. Erişmek ya da bulmak zor değil, benim zorluğum daha fazla beraber yaşayabilmek.
Özel koleksiyonlardaki eserlerin gösterilme, sanatseverlerle paylaşma, kısmı nasıl oluyor? Siz koleksiyonunu yaptığınız eserleri sanatseverlere nasıl gösteriyor, nasıl paylaşıyorsunuz?
2 sene evvel Contemporary bir koleksiyonerler turu yapmıştı. Benim evimi de gezmişlerdi. Bana 15 – 20 kişi gelecek denmişti ama 50 kişi gelmişti. Ben bile kortum bina çökecek diye ama çökmedi. Böyle etkinlikler oluyor. Mesela Salı günü Spot diye bir proje var onlar bir grup olarak bana gelecekler. Türkiye’de öyle çok koleksiyonerler grubu yok. Benim üye olduğum Saha Derneği var, sanat destek derneği onlarda, 15 kişi geldiler evimde ağırladım. Genelde böyle küçük gruplar oluyor ama Spot’tan sonra kim gelir bilmiyorum. Çünkü ondan başka Türkiye’de güncel sanat koleksiyoner grubu yok genelde böyle oluyor.
Beğendiğiniz bir eseri alırken danıştığınız biri var mı?
Genelde galerici arkadaşlarım var, Artsümer; Aslı Sümer var. Ona bazen danışırım, büyük şeyler için daha fazla danışırım yani daha pahalı eserler için. Küçük ya da genç sanatçılar için kendi inisiyatifimi kullanıyorum ve genelde danışmıyorum.
Sanat dünyasında sanat ile para arasındaki ilişkide koleksiyonerlerin önemli bir rolü var, peki siz bu ilişkiyi nasıl sürdürürsünüz?
Aslında eskiden sanat dünyasında söylenen müzeler ya da büyük vakıflar oluyordu. Piyasa belirleyicileri onlardı. Fakat 15 senedir Dünya’da da Türkiye’de de koleksiyoner daha önem kazandı. Yani bir sanatçı için x koleksiyonunda ya da z koleksiyonunda olmak bir ayrıcalık oldu. Bunu bazı sanatçılar yanlış algılıyorlar özellikle genç sanatçılar. Bir yerde olmak birisine eser satmış olmak tabi ki bir başarı ancak sizin iyi olduğunuza, herkesin alacağına kıstas olmaması lazım. Genç bir sanatçıyla tanıştım bana Cem Yılmaz benim eserlerimi aldı ben tamamım, gibi bir intiba yaratmıştı. Herkesin tabi görüşleri farklı. Cem Yılmaz’ın eminim güzel bir koleksiyonu var ama onun aldığı şeyler benim tarzım olmayabilir, Allah’tan herkesin tarzı farklı.
Koleksiyoner ne kadar büyürse o kadar güçlü oluyor. O kadar satın almada indirim ve çok daha özel alımlar yapabiliyorlar. Yani, daha fakirseniz daha fazla para ödüyorsunuz, zenginseniz daha az ödüyorsunuz. Hemen hemen öyle bir durum var.
Koleksiyonunuz ne kadar büyükse o kadar daha ucuza aynı eserleri alabiliyorsunuz. Aslında tam tersi olması gerekirken böyle bir önerge var.
Size göre, 1999 yılından günümüze Türkiye’de koleksiyonerlik açısından neler değişti?
Türkiye’deki çağdaş sanattaki en önemli değişim benim gördüğüm; çoğu insanın yurt dışına fazla bir açılımı olamaması, 2000’lerin başında daha çok Türkiye’de modern sanat koleksiyonu olan kişiler türlü çağdaş sanatı almaya başlamıştı. 2005 – 2006 itibariyle, “aa meğerse yurt dışıda varmış” diye bir açılım oldu.
Türkiye’deki koleksiyonerlerin yurt dışındaki koleksiyoner listesine girmesi, uluslararası çapta koleksiyon yaratmalarına yarımcı oldu. Hakikatten de Türkiye’de dünya çapında değerli koleksiyonerler var. Belki çok yok ama yine de var. Türk sanatından, uluslararası bir çıkış oldu, tabi herkeste olduğu gibi burada da inişler çıkışlar oldu.
Koleksiyonerliğe ilk olarak yurt dışından eserler alarak başladınız, yurt dışındaki ve Türkiye’deki sanat piyasasını değerlendirecek olursanız neler söylersiniz?
Yurt dışı çok daha geniş bir deniz, Türkiye biraz daha sığ. Hem galerilerin gücü yurt dışına göre daha sınırlı. Sanatçılar dünya piyasasında daha az etkinler. 2006 ile 2012 arası belki çok büyük bir ivme kazanıldı fakat 2012 – 2013’ten sonra çağdaş sanat piyasası benim gördüğüm kadarıyla biraz daraldı. Galerilerin sayısı azaldı ama aynı anda da beklenmedik, güzel, küçük inisiyatifler oluyor. Yurt dışıyla yurt içi bence en büyük farklardan birisi, Türk sanatçıların yurt dışında fazla ün kazanamayıp bir yabancı galeriler tarafından ya da Türk galerilerini yeterince güçlü olamadıkları için onları yurt dışında yeterince tanıtamadıkları için böyle bir açılma olamadı. Yani Türkiye’den yurt dışına herkesin tanıdığı bir sanatçı çıkamadı. Aslında biraz üzücü. Türkiye’de ün yapmış yurt dışındaki koleksiyonlarda olanlar var tabi, ama böyle bir parlayan bir yıldızımız olmadı. Yurt dışında bir sergi yapsa bile oradaki Türklere hitap ediyor bu da tabi biraz ilginç.